top of page

Kan, Arzu ve Yıkım: There Will Be Blood Filminin Psikanalitik Analizi

  • rusenberkrb
  • 12 Eyl
  • 6 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 14 Eyl

ree

Paul Thomas Anderson’ın 2007 yapımı başyapıtı There Will Be Blood, Amerikan sinemasında önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Film, Upton Sinclair’ın 1927 tarihli Oil! romanından uyarlanmış olup, 20. yüzyılın başlarında, Kaliforniya petrol patlaması sırasında yükselen bir petrol baronunun, Daniel Plainview’ın (Daniel Day-Lewis) ahlaki ve manevi çöküşünü epik bir dille anlatır. Film, bireysel açgözlülüğün yıkıcı sonuçlarını, dinin ve kapitalizmin çarpık ilişkisini ve Amerikan rüyasının karanlık yüzünü eleştirel bir bakış açısıyla inceler. Sinematik dili, minimalist ve gergin atmosferi, Day-Lewis’in unutulmaz performansı ve Jonny Greenwood’un rahatsız edici müzikleriyle film, izleyiciyi hem etkileyen hem de rahatsız eden bir deneyim sunar.Bu filmde analiz edilecek, söylenecek pek çok şey var. Ama filmi izlerken beni en çok etkileyen şey bütün o gürültünün içinde beliren sessizlikti. Filmin başlangıcı bizi bu sessizliğe ortak olmaya davet ediyordu. Filmin ilk yirmi dakikası neredeyse tamamen sessiz geçiyor. Bu başlangıç bize hikayenin geri kalanında da bu ‘yokluğun sesi’ , söylenmeyenler, duyulmayanlar, orada olmayanlar ve bastırılmış olanlar üzerine inşa edileceğini haber veriyor. Filmin baş kahramanı Plainview’ın trajedisi, basit bir açgözlülük hikâyesinden öte, Simgesel düzene (dil, yasalar, toplumsal bağlar) girememiş ve Arzunun imkansızlığı karşısında Gerçek’in yıkıcı hazzı (jouissance) tarafından ele geçirilmiş bölünmüş bir öznenin kaçınılmaz sonu olarak ortaya çıkar. Bu bağlamda Jacques Lacan’ın teorik çerçevesi, Daniel Plainview’ın karmaşık ve anlaşılması güç karakterini, onun arzularının kaynağını ve diğer karakterlerle kurduğu ilişkileri anlamlandırmak için bize benzersiz bir mercek sunar.


Sessiz Başlangıç: Gerçek’in Alanında

ree

Açılış sekansında bir madencinin sürekli toprağı kazdığını, daracık kuyularda değerli madenler aradığını görürüz. Sahnenin devamında Plainview’in kuyudan inerken yer çekimine yenik düşüp dehşet verici bir şekilde bacağı kırılır. Fakat dayanılmaz acının içinde bile gevşemiş bir kayayı eline alır, temizler, içinde parıldayan gümüşü görür ve fısıldar: “İşte burada, işte burada.” Eğer bebek düşünebilecek kelimelere sahip olsaydı, annesinin memesini keşfettiğinde ilk düşüncesi bu olurdu: “Ah, işte burada, işte burada.”Sözcüklerin neredeyse tamamen yok olduğu, deneyimin organik bir hal aldığı bu açılış sekansını Lacanın Gerçek dediği alana benzetebiliriz. Lacan’ın Gerçek kavramı; dilin, mantığın ve bilincin ötesinde kalan, anlamlandırılamaz bir boyuttur. Bu anlaşılamazlık, kişide bir rahatsızlık hissi, tanıdık olanın altında yatan bir tekinsizlik ve varoluşsal bir korku yaratır.


Hayali Maske: “Aile Babası”

ree

Filmin ilerleyen dakikalarında sessiz giriş son bulup sözün devreye girmesiyle birnevi seyirci de rahatlıyor aslında. Bu geçişle birlikte Lacanın deyimiyle ‘gerçek’in dehşetli alanından simgesel alana; yani dilin dünyasına giriş yaptığımızı düşünürüz fakat filmin devamı bunun bir aldatmaca olduğunu bize gösterir. Plainview konuşmaya başladıkça bunun aslında simgesel düzen değil imgesel alan olduğunu fark ederiz. Bu alan; yalanların, aldatmanın, bulanıklığın dünyasıdır. Burada nerede durduğumuzu ve kim olduğumuzu bildiğimiz yanılsamasına kapılabiliriz; fakat sonunda kayboluruz. Plainview’in petrolü tesadüfen keşfetmesinin ardından işi ve serveti katlanarak büyür. Yanında genç bir çocuk vardır; onu dünyaya ve biz seyircilere şu sözlerle tanıtır: “Oğlum ve ortağım HW” ve “Benim harika oğlum.” H.W.’yi kullanarak kendisine “aile babası” imajı verir. Bu, onun topluluk karşısında güvenilir, dürüst ve saygın bir figür olarak algılanmasını sağlayan bir maskedir. Daniel, Little Boston kasabasında halka hitaben yaptığı konuşmada kendini “petrol adamı” olarak tanımlar ve işini “bir aile girişimi” olarak sunar, H.W.’nin varlığını bu imajın doğruluğunun bir kanıtı olarak kullanır. Bu, Lacan’ın ego’yu bir yanılsama olarak tanımlamasıyla örtüşür. Plainview’ın dışarıya yansıttığı benlik, bilinçdışının temel arzusuyla uyuşmayan, Hayali bir performans, bir taklit oyunudur.Bu Hayali inşanın altında yatan mekanizma, ikincil narsisizm teorisiyle açıklanabilir. İkincil narsisizm, bireyin, bir imgeyle (bu durumda H.W. ve yarattığı “aile babası” imajı) özdeşleşerek ego’sunu oluşturmasıdır. Daniel bu sayede, diğer insanlarla etkileşim kurma ve yalnızlık korkusuyla başa çıkma ihtiyacını bastırır. Ancak, bu yanılsamalı birlik hissi, H.W.’nin petrol kuyusundaki kazada sağır olmasıyla parçalanır. H.W., artık bir iş aracı olmaktan çıkar ve Daniel’ın Hayali bütünlüğünü sağlayan imajı tehdit eden bir “kusur” haline gelir. Daniel’ın H.W.’yi trenle yatılı okula göndermesi, bu Hayali kimliğin başarısızlığını simgeler. Bu, onun kendiyle ilgili anlattığı hikayenin (ego), bilinçdışındaki gerçeklik (yalnızlık ve nefret) karşısında çöktüğünü gösteren radikal bir andır.


Simgesel Düzenden Kopma

ree

Daniel Plainview’ın nihai trajedisi, onun Hayali kimliğinin çöküşünden sonra Simgesel düzenden, yani dil, yasa ve toplumsal bağlardan radikal bir şekilde kopmasıyla başlar. Lacan için Baba Adı, öznenin toplumsal dünyaya, kültürel düzene ve dilin kurallarına girmesini sağlayan temel bir işlevdir. Plainview, bu temel yasalardan kopmayı seçer. ​Bu kopuşun en trajik anlarından biri, kendisini “kardeşi” olarak tanıtan Henry’yi öldürmesidir. Henry, Daniel’a ailesinden, kökeninden ve dolayısıyla Simgesel bağlarından bir parça sunar. Ancak Daniel’ın paranoyası ve ihanet korkusu, bu bağı reddetmesine neden olur. Henry’yi öldürdükten sonra gerçek kardeşinin günlüğünü okurken ağlaması , basit bir pişmanlık değil, Simgesel düzende bir aileye sahip olma fantezisinin kaybından duyulan derin bir kederdir. O, bu bağı kendi elleriyle yok etmiştir. ​Filmin son sahnesinde H.W.’yi “bir sepetten çıkma piç” olarak reddetmesi ve onunla tüm bağlarını koparması, bu reddedişin doruk noktasıdır. Daniel, H.W.’ye kendi soyadını (Plainview) vermeyi, yani ona bir Simgesel miras bırakmayı reddeder. Bu, onun Baba Adı’nı başkasına veremeyeceğinin ve kendisinin de bu düzenin dışında kalmayı seçtiğinin bir göstergesidir. O, kendini Simgesel düzenin tüm kurallarından azat ederek, mutlak bir yalnızlığa ve izole bir varoluşa çekilir. Bu durum, onun Hayali kimliklerinin başarısız olması ve Simgesel yasanın reddedilmesi sonucunda tamamen Gerçek’in alanına hapsolmasının mantıksal bir sonucudur.


Öteki Olarak Eli Sunday: İki Sembolik Gücün Mücadelesi

ree

​Daniel Plainview ve Eli Sunday arasındaki karmaşık ilişki, filmin temel çatışmasını oluşturur. Görünüşte tamamen zıt kutuplarda olsalar da (biri açgözlü bir kapitalist, diğeri dindar bir vaiz), aslında aynı madalyonun iki yüzüdürler. Her ikisi de, kendi alanlarında güç ve hakimiyet kurmak için manipülasyon ve ikiyüzlülükten çekinmezler. Lacancı bir perspektiften bakıldığında, Eli, Plainview için bir “Öteki” figürü olarak işlev görür. ​Eli’nin varlığı, Plainview’a kendi para hırsını ve sahtekarlığını gösteren bir ayna işlevi görürken, Plainview da Eli’ye kendi kibir ve acımasızlığını yansıtır. İkisi de insanları ve kaynakları kendi kişisel çıkarları için sömürür; biri parazit gibi insanlardan para sızdırırken, diğeri yeryüzünün kanını emer. Bu karşılıklı ayna ilişkisi, onların birbirlerine duyduğu nefretin de kaynağıdır. Onlar, kendilerinde görmekten nefret ettikleri özellikleri birbirlerinde görürler. ​Baptizm sahnesi, bu çatışmanın en belirgin anlarından biridir. Eli, Plainview’ı “oğlunu terk ettim” diye bağırmaya zorlayarak onu cemaatin önünde aşağılar. Bu, Lacancı bağlamda Plainview’ın Baba Adı’na (Simgesel yasa) karşı gelmesinin yarattığı sembolik borcun, yani birincil ebeveynlik görevini terk etmesinin, herkesin önünde ifşa edilmesidir. Bu itiraf, içten bir pişmanlıktan ziyade, Eli’nin güç gösterisi karşısında bir güçsüzlük beyanıdır. Plainview’ın gururu ve Hayali benliği, bu Simgesel aşağılanma karşısında telafisi mümkün olmayan bir darbe alır.


Arzu, Petrol ve Jouissance

ree

Plainview’ın arzusunun kaynağı, sadece maddi zenginlik değildir. Filmin açılış sahneleri, onun toprağın derinliklerinden madenleri çıkaran ilkel, fiziksel çabasını gösterir. Bu, onun Gerçek’le kurduğu organik ve travmatik bağın bir ifadesidir. Onun petrol için duyduğu arzu, zenginlik veya güç arzusunu aşan, yıkıcı bir hazzı (jouissance) işaret eder. Petrol, Plainview’ın arzusunun ana objet a’sıdır; yani arzuyu harekete geçiren, onu hiçlikten çıkaran, ancak asla tam bir tatmin sunamayan bir nesne-nedendir. ​Plainview, Henry’ye “İçimde bir rekabet var. Kimsenin başarılı olmasını istemiyorum” der. Bu ifade, onun arzusunun basit bir rekabetten öte, mutlak hakimiyet ve kontrol arayışında olduğunu gösterir. Bu arzu, onu Simgesel’in kurallarının ve limitlerinin olmadığı, sadece kendi arzusunun Gerçek’inin var olduğu bir alana kaçma çabasına iter. Plainview’ın zenginleştikçe daha da yalnızlaşması ve alkolik bir adama dönüşmesi, onun arzusunun asla tatmin edilemeyeceğinin somut bir göstergesidir. Alkol bağımlılığı, arzunun nesnesi olarak işlev gören petrolün yerini alan yeni bir objet a’dır ve onu Gerçek’in hazzına daha da yaklaştırır. Bu, onun Simgesel dünyayla olan bağlarının tamamen koptuğu ve sadece kendi içsel boşluğunu doldurmaya çalışan bir özneye dönüştüğü anlamına gelir.


Son Sahnenin Çözümlenmesi: “Sütünün Hepsini İçtim!” ve “Bitti.”​

ree
ree

Filmin finali, Plainview’ın trajedisinin zirveye ulaştığı, Lacancı analizin en kritik noktalarından biridir. Sahnede Daniel, zenginliğine tezat oluşturan boş ve yalıtılmış bir bowling salonunda alkol komasında bulunur. Eli’nin gelişiyle, Plainview son bir kez daha Hayali benliğini kurmaya çalışır. ​”Sütünün hepsini içtim!” (I drink your milkshake!) sözü, sadece bir ekonomik üstünlük beyanı değil, aynı zamanda Lacancı bir “oral jouissance” ifadesidir. Süt, masumiyeti, beslemeyi ve saflığı simgeler. Bu söz, Plainview’ın dünya ve insanlarla kurduğu parazitik, yıkıcı ilişkiyi özetleyen nihai bir semboldür. O, kendi arzusunu tatmin etmek için başkasının varlığını, hayatını ve masumiyetini tamamen tüketmiştir. Bu oral fetişizm, arzunun nesnesini (petrol) ele geçirme eyleminin en saf, en yıkıcı halidir. ​Sahnede, Plainview’ın yıllar içinde edindiği bütün zenginlik ve güç sembolleri (görkemli malikane, bowling salonu) sadece onun yalnızlığını ve boşluğunu vurgular. Nihayetinde petrolün yerini kan alır ve Plainview, Eli’yi bir bowling lobutuyla döverek öldürür. Bu, Plainview’ın arzusunun Gerçek’e ulaştığını, yani arzu nesnesinin (petrol) yerini yıkım ve ölümün aldığını gösterir. ​Plainview’ın son sözü olan “Bitti.” (I’m finished!), sadece bir cinayetin sonu değil, aynı zamanda Lacancı bir ifadedir. Bu, Plainview’ın Simgesel dünyadan tamamen koptuğunun, arzunun tatmin edilemezliğinin ve Gerçek’in yıkıcı hazzının nihai sonucunun bir beyanıdır. O, artık hiçbir şeye sahip değildir, çünkü sahip olmak için hiçbir şeye “ihtiyacı” kalmamıştır. O, kendi arzusu tarafından hapsedilmiş, kendi Simgesel bağlarını yok etmiş ve nihayetinde kendi kendini yok etme döngüsünü tamamlamıştır.


Sonuç

ree

Bu film, Plainview’ın içsel boşluğunu ve Gerçek’le olan yıkıcı ilişkisini, son derece rahatsız edici bir şekilde sunarak, izleyiciyi insan doğasının ve modern Batı kültürünün altında yatan arzunun imkansızlığıyla yüzleşmeye zorlar. Bu, onu sadece sinematik bir başyapıt değil, aynı zamanda modern öznenin kırılganlığını ve kimlik arayışının çıkmazını irdeleyen derin bir psikanalitik çalışma haline getirir. Plainview, Hayali maskeleri çöken, Simgesel’den kopan ve Gerçek’in yıkıcı hazzına teslim olan bir figürdür. Onun hikâyesi, arzunun doyumunun ancak yok oluşla mümkün olduğunu söyleyen Lacancı tezin görsel bir alegorisidir.

Yorumlar


bottom of page